efsaneler
Efsane Nedir ?
Yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülere efsane denir . Efsanede anlatılan olaylar bazen hayali olabilir . Ama efsaneler çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır.
II.MURAD’IN RÜYASI
Eski tarih kitaplarının bildirdiğine göre II.Murad, padişahlığı zamanında ordusu ile Edirne’den Gelibolu’ya seferi sırasında askerleri ile Ergene yanına ordugah kurmuştur. O gece yağan şiddetli yağmur sonucunda nehir taşmış, askerler çaresiz üç gün beklemiş fakat nehri geçememişlerdir.
Bir gece, sultan II.Murad’a rüyasında bir pir görünmüş ve buraya bir köprü yapmasını işaret etmiş ve elindeki asa ile de nehrin üzerine köprünün güzergahını çizmiştir. II.Murad uyandığında, rüyasında gördüğü çizginin , nehir üzerinde işaretini görmüştür.Çizgiyi yalnız kendisi gördüğü için yanına adamlarını alarak bir sala binmiş ve bu çizgi istikametinde kazıklar çaktırarak köprünün yapılacağı yeri bizzat tespit etmiştir.Köprünün yapımı için derhal teşebbüse geçen II.Murad, yüzlerce mimarını toplayarak 829 hicri yılında işe başlanması için emir vermiştir. Yapılan 360 gözlü ilk köprüyü açmak üzere 831 hicri yılında geldiği zaman beğenmemiş, dar görmüş ve yıktırmış ve yeniden işe başlatmıştır. 18 yıl sonra yani 847 hicri yılında biten bugünkü köprüyü, ikinci defa tahta geçerek Varna Seferini kazandığı miladi 1444 yılında, muzaffer ordusu ile dönerken bizzat geçişe açmış, dünyada eşi bulunmayan bu eseri meydana getiren mimar, usta ve işçilere bol bahşişler dağıtmış, hil’atler giydirmiş, köprünün sonundaki cami ile inşa ettirdiği imarette peştamal kuşanıp davetlilere yemeği bizzat kendi eliyle dağıtmıştır.
Köprü Üstünde Nutuk Efsaneleri
Çayın feyezanına göre her defasında bir miktar daha uzatılması icap eden köprü; iki başındaki medhâlleriyle beraber hemen hemen 1500 metrelik bir boya malik olduğu sırada yapılan muazzam açılış töreninde Sultan Murat, eserini büyük bir gurur ve iftiharla şöyle bir seyir ve temaşa ettikten sonra Menzil ovasında hazır bulunanlara karşı, köprü üstündeki alay köşkünden bizzat gayet heyecanlı güzel bir nutuk irad etmiş. ; Bu veciz nutkun sonunda başını, dik ve alaylı bir tarzda uzaklardan uyuyormuş gibi sessizce akan çapkın suya döndürerek (Er-gene, Er-gene!) diye birkaç defa haykırmaktan kendini alamamış.
Er, kelimesini gel, yetiş, ulaş; gene, kelimesini de yine, tekrar, bir daha gibi manalarda kullanan büyük padişah, bu haliyle ilim, fen ve sanatın yardımıyla ve muntazam, ısrarlı bir çalışma sayesinde tabiata karşıda galebe çalınabileceğini daha o zamanlar ispat etmek istemiş. Ayni zamanda senin tahribatını önlesin diye bu kadar uzun ve metin olarak yaptırdığım köprüyü yine yıkta göreyim. Yine köprümü azgın sularının içine alarak kuşatarak bizleri karşıya geçmekten men ette göreyim. Artık bu türlü yaramazlıkları yapamayacaksın. Geçti o günler gibi bir mana ve eda ile de tabii hadiselere geriliklere ve miskinliklere meydan okumuş. (İsmail Hakkı Balkas-1958)
Hisarlık Tepesi
Şehrimiz Kırkavak köyü istikametindeki tepe eteklerinde otlar ve topraklarla örtülü üç gizli kapının bulunduğu, birinden yeraltı yoluyla kimseye görünmeden Dimetoka’ya kadar gidildiği, birinden tepe içindeki özel mezarlığa inildiği, birinden de hazine odasına veya erzak deposuna geçildiği rivayettir. Hatta bu kapılardan herhangi bir yabancı girmeğe teşebbüs ettiği takdirde daha ilk adımını atar atmaz bacaklarını, başını sokar sokmaz kafasını, ellerini uzatır uzatmaz da kollarını kesip biçebilecek veya o şahsı bütünüyle derhal uçurup yok edebilecek otomatik tertibatın (bir ölüm çarkının) mevcut olduğunu ve bu sebepten de o tarafta kazı yapmanın tehlikeli bir iş olacağını bazı kimseler efsane kabilinden söylemektedirler. (İsmail Hakkı Balkas-1958)
Dallık
Uzunköprü için resmi ve dini bayramlar kadar önem taşıyan bir gündür. Genel olarak her yıl Mayıs ayının son Pazar günleri yerel yönetimlerin koordinatörlüğünde Bülbül Deresi koruluğunda düzenlenir. Bir gün önceden, en güzel yemekler yapılarak o günün ilk saatlerinden itibaren güneş doğmadan gece karanlığında At arabası, öküz arabası, traktör, otomobil v.s. kullanarak koruluğa gider.
Korulukta piknik tarzında çeşitli etkinlikler düzenlenir. Pişirilen yemekler yenir. Şarkılar, türküler söylenerek salıncaklar kurulur ve halk bütünlük içinde mutlu bir gün geçirir.
“Dallık” pikniğine katılım efsanesi ise eskiden Dallık pikniğine üç yıl üst üste katılmayan evli çiftlerin nikahlarının bozulacağına inanılırdı. ( Beldeler Dergisi 1981)
Ana Bacı
Şehrin kurulmasından sonra Anadolu’nun muhtelif yerlerinden getirilen halkın arasında dul bir kadın ile kız kardeşi vardı. İsimleri bilinmeyen ve Ana-Bacı olarak tanınan bu iki hayır sever insan, o devirde hastaları bitkisel yöntemlerle tedavi etmekteydi.
İkinci Murat, gerek şehrin kurulumu gerekse köprü inşaatı sırasında hastalanan usta ve işçilerin tedavisinde önemli rol oynayan Ana-Bacı’nın yerleştikleri Kırkkavak köyünden Uzunköprü’ye getirilmelerini buyurdu.
Ana 124,Bacı ise 110 yaşında vefat etti, türbeleri günümüz Beyaz Saray parkının isimleri verilen Ana-Bacı Caddesinin köşesindedir.
Mart Bağı, Mart Ana, Marta Nine, Martanitsa, Marteniçka
“Bizim çocukken Mart Bağı diye bildiğimiz bu gelenekte yörelere göre değişik isimler almakta. Mart başında kola takılan bu bağcıkların Yıl boyu sağlık ve güç vereceği inancı vardı. Nazardan korunmak için insanlara ,hayvanlara ve meyve vermeyen ağaçlara da bağlanırdı.Bize daha çok Mart güneşinden yanmamamız için takılır, Kırlangıç veya Leyleklerin göçünde ,ilk Leyleği gördüğümüz yerde kolumuzdan çıkarır dilek dileyerek bir taş altına koyardık.Hemen hemen hepimizin dileği aynı idi SINIFLARIMIZI geçmek.
Kırmızı ve beyaz renkte zincir olan bu bağcıkların, BEYAZ ı karın erimesi ve saflığını sembolize, KIRMIZI nın ise yoğun bahar günlerinde güneşin batışını sembolize ettiği yazılıyor. Rivayete göre bu bağcıklar sadece hediye edilir ,hediye olarak kabul edilirmiş. Bizede büyüklerimiz kıştan çıkarken yapağıdan örülen kışlık çoraplardan kalan ,kalıntı ipliklerden örerlerdi.” (Kaynak: edirnetarihi.com Firuzan TAKAN)
Hıdrellez
Her yıl ilçede düzenlenen etkinliklerle kutlanan Hıdırellez, Hızır ve İlyas peygamberin yeryüzünde buluşup darda kalanlara, isteği olanlara, zorluk çekenlere yardım ettiği rivayet edilen gündür.
Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde hiç umulmayan bir zamanda çıkıp geldiği söylenir. 6 Mayıs aynı zamanda baharın başlangıcı, bereket ve bolluğa adım atış günüdür.
Bu özel günün tarihi ve nasıl oluştuğu ile ilgili bir çok rivayet vardır. Bu rivayetler sadece Türkiye’de değil, İran, Irak, Suriye, Türki devletler tarafından da bilinir ve her toplum kendi kültürel zenginliklerine göre kutlar…
Genellikle bu günle ilgili rivayet şöyledir:
Dünya hükümdarı Zulkarneyn (çift boynuzlu), (bu hükümdarın İskender olduğu ile ilgili bir çok çalışma vardır( ölümden çok korkar. Bu korku ona ab-ı hayat suyunu bulma sevdasına düşürür. Alimlere sorar bu suyun nerde olabileceğini. Herkes bir isim yada yer söyler. Ama alimlerin ortak verdiği tek bir isim vardır. Hızır peygamber. Hem güvenilir hem de inançlıdır. Bu suyu sadece onun bulacağını sultana inandırırlar. Hz. Hızır bu teklifi kabul eder, yardımcı olarak da yanına kardeşi, yine peygamber olan Hz. İlyas’ı görevlendirirler. Atları ve azıklarıyla yola koyulan bu iki mübarek insan, dağları ,denizleri aşar, Kaf dağını geçer ve 6 ay gece 6 ay gündüz yaşanan bir yere gelirler. Karanlıklar (zulumat) ülkesi olarak bilinen bir yerde konaklarlar. Atlarını dinlendirir, bir pınar gözünde azıklarını yerler. O sırada yanlarında getirdikleri kurutulmuş bir balığı suya düşürürler. Balık birden canlanıp kaçıp gidince iki kardeş ab-ı hayatı bulduklarını anlarlar. Hemen bu sudan içerler. İçince Hak Teala tarafından ölümsüz olurlar. İşte onların ölümsüzlüğe karıştığı bu günde Allah bu iki peygamberi yeryüzüne gönderip insanlara yardım etmesi için görevlendirmiştir.
6 Mayısta her yıl yeniden doğuş, tazelenme, ölümsüzlük, bereket anlamlarıyla bu gün kutlanır.
Halk arasında bilinen onlarca ritüel vardır. 6 Mayıstan bir gün önce gecesi gül fidanının altına istekler konup dua edilir. Cüzdan koyanlar, bebek çizenler, ev yapanlar.
Hızır’ın gülü çok sevdiği ve gül fidanlarını dolaştığı söylenir. O gün çalan kapılara mutlaka hızır mı geldi acaba diye bakılır. Eğer bir fakir, gariban ya da çocuk gelmişse isteği hemen yerine getirilir.