Uzunköprü tarihçesi

İlçemizin Tarihçesi

XIV. Yüzyılın başlarında Marmara Denizi’nin doğu ucunda küçük bir uç beyliği olarak ortaya çıkan ancak kısa sürede sınırlarını Kızılırmak’tan Çanakkale Boğazı’na kadar genişleten Osmanlı Beyliği, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, siyasi ve coğrafi şartların da yardımıyla, Trakya bölgesine girmeyi başarmışlardır. Osmanlıların Trakya bölgesine gelmeleri bu bölgeye egemen olunmasına ve bu nedenle de bölgenin etnik, kültürel ve dinsel yapısının da değişmesine neden olmuştur. Özellikle 1361 yılında Edirne ve çevresinin Bizans’tan alınması Osmanlı Beyliği’nin Trakya’da yani Rumeli’de tutunmasına ve bu bölgeye kalıcı olarak yerleşmesine zemin hazırlamıştır. İlk Rumeli fetihlerinin ardından Osmanlı Devleti’nin uyguladığı iskan politikaları sonucunda bölgenin etnik yapısı da büyük ölçüde değişmiştir. Osmanlıların fethettikleri bölgelere Anadolu’dan getirdikleri (Oğuz boylarına mensup) Türkleri yerleştirmeleri, Trakya bölgesinin etnik çeşitliliğini daha da çoğaltmıştır. Osmanlı fetihlerinin bir yandan daha batıya yani Avrupa içlerine doğru ilerlemesi, diğer yandan da iskan politikaları gereği Balkan Yarımadası’na yapılan yerleşimlerin çoğalması, özellikle Trakya bölgesinin etnik yapısında Müslüman Türklerin egemen konuma gelmesini sağlamıştır. XX. Yüzyıla kadar geçen altı asırlık süreç içerisinde Trakya’nın üst etnik unsurlarını Türkler, Bulgarlar ve Grekler (Yunan / Rum) oluştururken alt etnik unsurlar olan Slav, Çingen, Arnavut vb. etnik gruplar da bölgede varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Osmanlıların Trakya’yı ele geçirmeleri ve altı asır sürecek bir kalıcı yerleşmeyi başlatmaları sonucunda, bölgede yeni köy ve şehirler ortaya çıkmaya başlamıştır. Tüm Balkan Yarımadası topraklarında olduğu gibi Trakya bölgesinde de Osmanlılar yeni köyler ve kasabalar kurmuşlardır. Yeni yerleşim yerlerinin kurulmasındaki temel nedenler, hem ele geçirilen bölgede siyasal ve kültürel bir dayanak oluşturacak nüfusu barındırmak, hem de siyasal yapıları son bulan bölge halkları üzerinde denetimi sağlamak olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevcut şehir ve köylere Anadolu’dan getirilen grupların yerleştirilmesi yeterli görülmediğinden yeni kasaba ve köylerin kurulması daha çok tercih edilmiştir. Bu tercih, Trakya bölgesinin etnik ve siyasal yapısını kökten değiştirdiği gibi ulaşım, ticaret, üretim ve siyasal açılardan bölgeye Osmanlı damgasının vurulmasını da kolaylaştırmıştır. İşte bu Osmanlı tavrının bir neticesi olarak da Uzunköprü şehri kurulmuştur.

1355-1430 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’na ait Trakya topraklarını (İstanbul ve Marmara Denizi kıyısındaki birkaç küçük kasaba hariç) tamamen ele geçiren Osmanlılar, uygulanan iskan politikaları sonucunda da bölgenin etnik yapısını Müslüman Türkler lehine çevirmeyi başarmışlardı. Devletin Avrupa topraklarının kontrol altında tutulabilmesi ve askeri müdahalelerin hızlıca yapılabilmesi için oturmuş ve düzenli bir ulaşım ağına sahip olması gerektiği tam olarak anlaşılmış olduğundan, Osmanlılar en başından beri ulaşım yollarına büyük önem vermekteydiler. Tarihi Roma ulaşım sistemini yeniden canlandırma ve daha verimli hale getirme çabalarının yanında yeni güzergahlar oluşturma çalışmalarının da Osmanlılar tarafından ısrarla uygulandığını tarihsel kaynaklarda açıkça görmekteyiz. Özellikle Marmara Denizi ile İstanbul ve Çanakkale boğazları gibi doğal bir ayrımla ikiye bölünmüş olan Osmanlı ülkesinin iki kanadı arasındaki ulaşımın süratli bir şekilde yapılabilmesi işlek limanlara, bu limanlarla bağlantılı düzenli yollara ve bu yollar üzerindeki sağlam köprülere bağlıydı. Nehir ve ırmakların bol olduğu, bu bolluğa paralel olarak da nehir ve ırmak yataklarının zaman zaman değiştiği Trakya bölgesinde de işlek ve düzenli yolları birbirine bağlayan sağlam ve kullanışlı köprülere ihtiyaç vardı.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme döneminde uygulanan yol ve köprü yapımı usullerine baktığımızda öncelikle mevcut yol güzergahlarının yeniden düzenlenmesi ile köprülerin tamir edilerek kuvvetlendirilmesi çalışmalarına ağırlık verildiğini görmekteyiz. Özellikle Trakya bölgesinde Roma İmparatorluğu’nun inşa ettirdiği ve o dönemden beri kullanılan meşhur “Via Egnatia” (Yeni Yol) güzergahının Osmanlılar tarafından da tercih edildiği anlaşılıyor. İstanbul, Küçükçekmece, Silivri, Ereğli, Malkara, İpsala ve Kavala üzerinden Arnavutluk’a ulaşan anayol ile bu anayolun Trakya bölgesindeki tali kolları olan Edirne, İpsala ve Enez güzergahı ve Edirne, Çorlu ve Ereğli güzergahı, Osmanlılar tarafından oldukça yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Bu güzergahların işlek halde tutulması ve güzergahta mevcut köprülerin bakımının yapılması, Osmanlı ulaşım sistemi için oldukça gerekli görülmüştür. Mevcut anayollar üzerindeki köprülerin güçlendirilmesi dışında Osmanlılar yeni köprüler yapılmasına da önem vermişlerdir. Bu nedenle kuruluş ve yükselme döneminde Osmanlıların Meriç Nehri üzerinde birçok yeni köprüler inşa ettirdiklerini görüyoruz. Özellikle Edirne’ye yakın bölgelerde inşa edilen bu köprülerin çoğu günümüzde de kullanılmaktadır. Osmanlıları inşa ettirdiği köprülerin en önemlilerinden biri olan Ergene Köprüsü veya Uzunköprü ise, diğer köprülerle karşılaştırıldığında daha özel bir konumda bulunmaktadır.

Ergene Köprüsü (Cisr-i Ergene) veya Uzunköprü, Osmanlı Devleti’nin altıncı padişahı olan II. Murad (ö. 1451) tarafından yaptırılmıştır. Köprünün bulunduğu mevkiden yaklaşık 35-40 km sonra Meriç Nehri’ne ulaşan Ergene Nehri üzerine inşa edilen bu köprü oldukça stratejik bir yerde bulunmaktadır. Hem güneyden ve doğudan Edirne’ye ulaşan yolların, hem de doğudan Dimetoka’ya varan güzergahın kesiştiği bir noktada bulunan bu köprü, Osmanlı ordusunun hareket kabiliyetini artırmış ve ulaşımın hızlanmasına katkıda bulunmuştur. Yapımı 16 yıl (1427-1443) süren ve Mimar Muslihuddin tarafından inşasına nezaret edilen bu köprünün kurulması emrini veren II. Murad, köprü yapımının başlamasıyla birlikte, köprünün doğu tarafında bir de yeni bir kasaba kurulmasını ister. Yapımı tamamlandığında devrinin en muhteşem mimari eserlerinden biri olan 174 gözlü ve 1392 metre uzunluğunda bir köprü ortaya çıkar. Köprünün hemen doğu ucunda kurulan yeni kasaba ise hem yol güvenliğini sağlamak hem de köprünün korunması ve bakımını yürütmekle sorumlu bir şehir haline gelir. Bu yeni kasabaya çevre köylerle Malkara’dan sivil halk yerleştirilir.

Osmanlı Padişahı II. Murad’ın emriyle yapılan köprünün hemen yanıbaşına kurulan bu yeni kasaba, kaynaklarda ilk olarak Ergene veya Cisr-i Ergene adıyla geçmiştir. Ancak zamanla, köprünün çok uzun olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, halk arasında “Uzunköprü” ismi tercih edilmeye başlar. Her ne kadar resmi yazışmalarda şehrin adı Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar “Cisr-i Ergene” şeklinde kullanılmışsa da günümüzdeki resmi ad olan “Uzunköprü” ismi, halk arasında daima kullanılagelmiştir. Ünlü Fransız seyyah Aubry de la Motraye’nin (ö. 1743) 1727 yılında şehrin Türkler tarafından daha çok Uzunköprü adıyla anıldığını belirtmesinden de anlaşıldığına göre, Cisr-i Ergene adı resmi yazışmalarda kullanılmışsa da gündelik hayatta ve doğal olarak kültür ve folklorda şehrin adı Uzunköprü olarak kullanılagelmiştir.

Cisr-i Ergene (Uzunköprü) şehrinin kurulmasını emreden II. Murad, şehrin gelişmesine katkıda bulunmak için kendi parasıyla kurduğu bir vakıf aracılığıyla burada içinde cami, han, çeşme, imaret, aşevi, depo, lojman, büro, değirmen, yağhane, mumhane, bozahane, bezirhane, hamam, dükkan gibi unsurları bulunan bir külliyenin oluşmasını sağlamıştır. Yeni kurulan bir şehrin ihtiyaç duyabileceği her şeyi içeren bu külliye, “Muradiye Vakfı” adı verilen bir vakfın denetimine bırakılmıştır. Vakfın gelir elde etmesi için de hem külliye unsurlarından hem de başka bölgelerden gelir getirici akarlar tahsis edilmiştir. XX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar faal olan bu vakıf sayesinde, Uzunköprü şehri hem yanıbaşında bulunan muhteşem köprüsü ile hem de şehirde bulunan unsurları ile ayakta kalmış ve büyüyerek varlığını devam ettirebilmiştir.

Cisr-i Ergene (Uzunköprü) şehri kuruluşunda 3 mahalle üzerine oluşturulmuştur. Bugün de resmi isimlendirmede kullanımı devam eden Muradiye, Rıza Efendi ve Halise Hatun adlarını taşıyan bu mahalleler, bazı kaynaklarda “Şehirlüyan” tabiri ile tek bir mahalle olarak da gösterilmektedir. Daha sonraki dönemlerde şehrin büyümesiyle birlikte Büyük ve Küçük Muzruplu, İvaz, Korucu Hamza ve Kavak mahalleleri oluşmuştur. XVIII. ve XIX. Yüzyıl kayıtlarında şehirde yaşayan Rum ve Bulgar gibi Hıristiyan grupların da ayrı birer mahallede toplu olarak yaşadıkları tespit edilmekte ve başlangıçta sadece Müslüman ve Türk unsurların yaşadığı şehirde zamanla Osmanlı hoşgörüsü sonucu gayr-i müslim unsurların da yerleşmeye başladığı anlaşılmaktadır.

Uzunköprü’nün nüfus ve demografik gelişimi hakkında elimizde olan bilgiler oldukça kısıtlıdır. 1670 yılında bölgeden geçen Evliya Çelebi, Uzunköprü’de 1200 ev bulunduğunu zikr etmektedir. Bu ev sayısından yola çıkılarak XVII. Yüzyılın sonlarına doğru Uzunköprü’de yaklaşık 6000 kişinin yaşadığı kabul edilebilir. Bu sayı, o dönem için oldukça yüksek sayılabilecek bir nüfustur. Aynı dönemde Tekirdağ’da 15 bin, Çorlu’da 5 bin, Dimetoka’da 3 bin ve Gelibolu’da 9 bin kişinin yaşadığı düşünülürse, Uzunköprü’nün bölgedeki önemli şehirlerden biri olduğu hemen ortaya çıkmaktadır. XIX. Yüzyılda ise Uzunköprü şehrinin nüfusu 10 bini geçmiştir. Şehrin nüfusu 1914’te 40 bin olarak tespit edilmiştir. Bu nüfusa müslim ve gayr-i müslim tüm Osmanlı unsurları dahildir. Uzunköprü, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda nüfus azalması yaşamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında mübadelenin de etkisiyle 8 bine kadar inen Uzunköprü nüfusu XX. Yüzyılın ortalarından itibaren yeniden yükselmiş ve bugün köylerle birlikte 70 bine ulaşmıştır. Uzunköprü ve çevresinin son birkaç yüzyıldaki demografik yapısını etkileyen en önemli etken, hiç kuşkusuz Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda toprak kaybetmesiyle başlayan muhacir göçleridir. 1699 yılında Macaristan’ın kaybedilmesiyle başlayan bu süreç 1774 yılında Kırım’ın elden çıkmasıyla hız kazanmış ve özellikle XIX. ve XX. Yüzyıllardaki toprak kayıplarıyla devam etmiştir. Kaybedilen bölgelerde yaşayan Türk ve Müslüman unsurların büyük kısmı Osmanlı ülkesine göç etmiş ve Trakya veya Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleştirilmiştir. Özellikle XIX. Yüzyılda Osmanlı ülkesine dönüş yapmak zorunda kalan muhacirlerin bir kısmının da Uzunköprü ve çevresine yerleştirildiklerini görebiliyoruz. Çoğunlukla Kuzey Bulgaristan’dan gelen Türk ve Müslümanların, Uzunköprü köylerine yerleştiklerini ya da bunlar için Uzunköprü çevresinde yeni köyler kurulduğunu, kaynaklardan açıkça görmekteyiz.

Osmanlı idare sisteminde Uzunköprü, kuruluşundan itibaren daima Edirne Sancağı’na bağlı kalmış ve “kaza” statüsü altında yönetilmiştir. Cisr-i Ergene (Uzunköprü) Kazası’nın sınırları zaman içinde değişiklik göstermişse de Havsa, Babaeski, Hayrabolu, İpsala ve Meriç Nehri arasında kalan ve Ergene Nehri’nin sağ ve sol kıyılarındaki doğal hinterlandı kapsayan alan, Cisr-i Ergene (Uzunköprü) Kazası’na bağlı yönetim sahasını oluşturmuştur. Bugünkü Pehlivanköy ve Meriç ilçelerinin geçmişte Cisr-i Ergene (Uzunköprü) Kazası’na bağlı olmaları, bunun en önemli delili sayılabilir.

Uzunköprü, bugün olduğu gibi, Osmanlı döneminde de bölgesinde ekonomik olarak gelişmiş bir şehirdi. Ulaşım açısından zaten önemli bir mevkiye sahip olan Uzunköprü, tarım ve hayvancılık alanlarında da önemli bir yere sahipti. Hem Edirne’nin hem de İstanbul’un iaşesinin sağlanmasında önemli bir tedarik merkezi olan Uzunköprü, ticaret açısından da mühim bir şehirdi. 1870 yılında belediye teşkilatının kurulması, 1873 yılında Uzunköprü’den geçen bir demiryolu hattının yapılması, 1885 yılında Ticaret Odası’nın kurulması, Ziraat Bankası’nın kurulduğu yıl olan 1888’de Uzunköprü’de bu bankanın bir şubesinin açılması, 1885 yılından itibaren Uzunköprü’de çeşitli fabrikalar kurulması vb. gelişmeler, Osmanlı ülkesindeki diğer şehirlerle kıyaslandığında Uzunköprü’nün, oldukça erken bir dönemde saniyeleşmeye ve modernleşmeye başladığını açıkça göstermektedir.

Uzunköprü, oldukça eskilere dayanan geçmişinin bir göstergesi olarak çok sayıda tarihi esere sahip bir şehirdir. Şehre adını veren ve Ergene Nehri üzerinde bulunan köprü, tüm dünya tarafından tanınmakta ve bilinmektedir. Günümüzde araç ve insan geçişinde kullanılmaya devam eden bu taş köprü, dünyanın en uzun taş köprüsüdür. Uzunköprü şehrinin belli başlı diğer tarihi eserleri ise Muradiye Camii (1443), Şehsüvar Bey Camii (XV. YY), Halise Hatun Camii (1700), Rıza Efendi Camii (XVII. YY), Kervansaray (1443), Çifte Hamam (1443), Telli Çeşme (1800), Özgürlük Çeşmesi (1908) ve Aziz İoannis Kilisesi (1856) olarak sıralanabilir.

Loading